Çok zamanlar önce...Orta Asya'nın dağlarından, ormanlarından, bozkırlarından ,nehirlerden nice ulu bir ses yükseldi göğe. Ve ecdadımız kulak verdi bu sese. Düştü elinde ne varsa yere. O an fark etti dolunayın geceyi nasıl aydınlattığı. Ve yine anladı göğe yükselen bu kadim sesin kendisini nasıl aydınlattığını. Düştü yola bu güzel, berrak ses uğruna. Ve gördü Ulu Kurt'u bir eşsiz kaya üzerinde. Ecdadımız seslendi Ulu Kurt'a: "Nice asırlar geçse bile, sen ve ben aynı ruh farklı bedende" .Ulu Kurt'un kulakları duydu bu yürekten çıkan sözleri. Koca diyarda buldu "kendini". Döndü baktı ecdada mavi gözleri ile. Gece boyunca uludu ta ki güneş gelip ay gidince. Yavruları çıktı gün yüzüne birer birer. Ecdat gördü onları saydı teker teker. Azlardı ama çok oldular. Çıkıp geliverdi Ecdadın da evlatları. Onlar da gördü Ulu Kurt'un yavrularına bakınca kendilerini. Ve gördüler Ulu Kurt'ta ecdatlarını. Bedenlerine dolmuş kıvanç ve şan ile dediler "nice asırlar geçse bile, unutmayız benliğimizi ecdadımız ile"